25 Temmuz 2012

Pink Floyd Yaylalar

hakkında artık içimdeki her şeyi yazmam gereken grup. size laflar hazırladım david ve roger hazır olun ama önce pink floyd nedir, neden müzik tanrısının peygamberidir, kutsal kitapları nasıldır, neleri izlemek lazım onlardan bahsetmek gerekli sanırım. wikipedia kıskanıcak bizi hazır olun panpalar.

- bu adamlar ne tarz müzik yapar?

bu adamların şu an yaptıkları müzik resmi olarak  progressive and `psychedelic rock` olarak geçmektedir. yani kısacası öncelikle rock müziği kıyısından köşesinden sevmeniz gerek. bir batarinin ataklarını hissetmekten keyif almanız, bir gitar solosunda içlenmeniz gerek. öyle bugünün `linkin park`'ı ile büyüyen çocukları gibi abidik gubidik şeylere tapmamak gerek. gerçek gitarı, gerçek bası, gerçek davulu bilmek gerek. ondan sonra ver elini `pink floyd yaylalar`.. ha şu an bir şarkısını dinlediğiniz zaman harika gelebilir ama pink ilk çıktığında sahneden yuhalanarak kovulmuş bir gruptur onu da bilin. zira o zamanlar kimse bu adamların ne yaptığını anlayamıyordu.

- kimci neci bu abiler?

bu abiler ingiliz. zaten dünyada müzik diye bir şey varsa %64.55'îni borçlu olduğumuz ingilizlerden çıkmasa peygamber şaşar kalırdık biliyorum. `the beatles`, `bad company`, `oasis`, `oi va voi`, `depeche mode`,  `jamiroquai`, `placebo`, `the prodigy`, `muse`, `queen`, `radiohead`'den falan bahsediyorum olum ayık olun.

adamlar bildiğin dünyadaki müzik olgusunu nesiller boyunca yönlendirmiş gruplara sahipler. hem de her türlüsünü. sadece rock band ile kısıtlı kalmıyoruz dikkat ederseniz verdiğimiz isimlerde.

hah işte böyle bir ekolün parçası olan floyd'un kurucuları olarak geçen adamlar da; `roger waters`, `nick mason`, `richard wright`, `syd barrett` olarak geçmekte. kurulduktan sadece 2 sene sonra da canımız ciğerimiz `david gilmour` aralarına katılmakta. zaten bu katılmanın arından kısa bir süre sonra lsd kullanmaktan kafası artık çok güzel olan ve kontrolünü kaybeden syd barrett yavaş yavaş ayrılık hazırlıklarını başlatmakta ve ayrılmakta. artık öyle bir hal almış ki sahnede konser zamanlarında bazen hiç çalmadan durduğu olurmuş. ben de onların yalancısıyım lan. yoksa iyi bir abimize benziyor yani.

85 yılında da grubun iki en güzel adamı arasında yaşanan anlaşmazlıklar falan fişmekan derken roger waters abimizde gruptan ayrıldı. daha sonra da bir araya özel durumlar haricinde gelmediler. geldikleri her konseri de tadından yenmeyecek görüntülere imza atıyor zaten. birazdan sevgili youtube'umuzdan da o güzel görüntü linklerini vereceğim.

aslına bakarsanız, pink floyd dinlemeye başlamak demek, hayatınızın boku yemiş olması demek. çünkü hayatınızdan hiçbir zaman çıkaramayacağınız parçalar ile tanışacaksınız demek. onlara anlamlar yükleyip, anılarınızla birleştirip, gitgide vazgeçilmez olacaklar demek.

bir gün dinleyebilir miyim diye düşünürken, 2011 yılında neredeyse son kez bir araya geldiklerini hatırlayıp bir daha kahrolmak, pink floyd parçaları çalarak hizmet veren grupların konserlerine dilenmek demek..

şimdi o zaman pink floyd diyorsanız elinizin altında olması gereken dvd'leri söyleyelim:

ilk olarak elinizin altında olması gereken yegane film `the wall` olmalı. izledikçe rehabilite olmanıza yardımcı olacaktır muhtemelen. en sıkıntılı günün akşamında bile açıp kendinizi iyi hissetmenize yaramayacak daha bok hissetmenize neden olacak ama dibe vurduğunuz için ters psikoloji ile rehabilite olacaksınız muhtemelen. the wall'daki bütün parçaların albüm oluşturulurken film düşünülerek koca bir senaryoyu oluşturduğunuzu bildiğiniz zaman daha da seveceksiniz muhtemelen.

http://www.imdb.com/title/tt0084503/

ayrıca 94 yılındaki konser görüntülerini izleyerek iç geçirmek için ne yapacağız? `pulse` dvd'sini edinip oturup izleyip izleyip müzik ile keyif pezevenkliği yapacağız. size sample sunayım ki elinizde neden bulundurmak gerektiğini anlayın - `comfortably numb`;



sonra mesela 2005 yılındaki `london live 8` konserine gideceğiz, ki çok uzun bir süre sonra bir arada göreceğiz onları. kocaman puntolarla `no more excuses` yazdıkları alana konser boyunca. gözlerimiz dolacak ama müzik keyfinden hiçbir şey kaybetmeyip, çok daha olgun bir pink floyd dinleyeceğiz. konserdeki ingiliz veletleri gördükçe içimizden şanslı piç diye söveceğiz.





yine comfortably numb.

son olarak da mesela 2011 yılına gideceğiz o2 arena'ya, ikisini bir arada göreceğiz ve nasıl lan 2011 mi falan ben de fırsat bulur muyum acaba falan diyeceğiz ki sonra nah bulurum sonuncu da gitti artık diye oturup hüngür hüngür ağlayacağız mesela.




hepsinde bilerek comfortably numb'ı seçtim ki daha bir görün net olarak diye. yoksa ben de biliyorum konser görüntüsünü dayamayı komple. ayrıca eh biraz da benim için ilahi kıvamında olan bir parçadan söz ediyoruz tabii onu seçicem lan.

heh tabii bunlar hep böyle pamuk dede kıvamında değillerdi merak etmeyin, gelin eskilere gidelim de gençlikte yanardağın dibinde çılgın attıkları videoyu izleyip, yanlış zamanda doğduğumuza emin olalım. bizden sonra gelen ergenlere düşen justin bieber'ler, bizden hemen önce pink floyd'lar.. biz de ortada kalmanın hüznündeyiz.


live at pompeii

neyse öyle işte lan. aklıma geldikçe yazarım bişiler heralde.

ÖYP - Öğretim Elemanı Yetiştirme Dışında Herşey

tam türk işidir.

torpil ile adam alınmasını önlemek için geliştirilmiştir bu açıdan güzeldir hoştur, ancak diğer taraftan nasıl araştırma görevlisi alınacağını bilmeyen, bir araştırma görevlisinin ne gibi özellikleri olmalı anlamayan adamlar tarafından düzenlenmektedir. doğru düzgün kafalarla modifiye edilerek çok daha başarılı bir sistem haline gelebilir. yoksa şu haliyle neresinden tutarsan tut elinde kalıyor, kalacaktır da.

%60 ales - ales seviye belirlemede bir kriter midir? bir yere kadar evet. araştırma görevlisi olacak adamın belli bir derecede matematik çözebilmesi, türkçe çözebilmesi elzemdir. kalkıp da üç ile beşi toplamaktan aciz adamların şu devirde ne kadrolarda olduğunu görüyoruz zira. ancak ales %60 lık bir seviyede bunu belirlemez, belirleyemez. ne sınavdaki soru tipleri buna müsaittir ne de mantık. adam 1 sene dershanelerde ales kurslarıyla çoşup, alesten 95 aldı diye, araştırma görevlisi yapalım bunu mantığı nasıl bir mantıktır?

%25 lisans ortalaması - sistemin en çok elde kalan unsuru. yüzde önemli değil lisans ortalamasının kendi sorunlu. elbette belirleyici ve önemli bir unsur ama odtü de okuyan bir adamla zonguldak da okuyan bir adamı bir tutamazsın ortalama olarak. ayptır, günahtır. daha öss sınavında bir tutmuyorsun, okul katsayısı denilen bir zımbırtıyı ortaya koyuyorsun kalkıp da çok daha önemli bir yere atanacak adamda nasıl böyle bir mantık hatası yapabilirsin? bir adam götünü yırtıp 2.90 yaparken, diğer adam güle oynaya 3.70 ile geliyorsa, bunların bilgilerine, tecrübelerine eşittir diyemezsin. sikerler öyle işi.

%15 dil puanı - bu nasıl bir yüzdedir? araştırma görevlisi dediğin adam hergün makaleler okuyacak, kendi çalışmalarını bu makalelerden yönelendirecek, bunları analiz edecek, tam kavrayacak, kendi makale yazacak, yazarken intihal yapmamak için dile hakim olacak, konferanslarda gidip sunumlar yapacak, posterler hazırlayacak, bildiriler yazacak vs vs.. eee? nerede bu adamın bu kadar önemli konumdaki dil yeterliliği? %15 midir bunun karşılığı? ondan sonra vay efendim bizim yard doçlar doçlar gırla intihal yapıyor. yaparlar amk tabii. dil bilmeyen adam her şeyi yapar haliyle.

gelelim eksiklere:

- araştırma görevlisi olacak adamları ararken çoğu üniversite yüksek lisans şartı koyuyor, nerede bu yüksek lisans ortalaması? yüksek lisans okurken ortalama olmuyor mu da hiçe sayılıyor bu? yüksek lisansta adam ders alıp vermiyor mu bir yandan akademik çalışmalar yaparken? nerede bunun karşılığı? yüksek yapmış adam için %25 ten ayır bir %10-15 neyse, o adamda bunun hakkıyla girsin. 2-3 sene önceki lisans ortalamasını niye dayıyorsun bu adama sadece?

- nerede araştırma görevlisi olacak başvuran adamın makale artıları? bu adam gerek lisans tezinde gerek yüksek lisansı boyunca kendini paralayıp, makale ortaya koyup bunu uluslararası dergilerde basılmasına olanak tanıyor ama sen bunları değerlendirmeye bile almıyorsun. bu mudur akademik çabaların karşılığının verilmesi? ç

çözümlerde öyle zor falan değil yahu;

+ dil yüzdesini arttır
+ ales yüzdesini düşür
+ adamın yazdığı makaleye göre, gerek yazar sıralamasındaki yeri gerek derginin faktörüne göre bir katsayı belirle atıyorum, sonra bu katsayı ile adayın öyp puanını çarp
+ yüksek lisans ortalaması hakkını ver
+ lisans ortalaması haksızlığını gidermek için bir adamın mezun olduğu sene total bölüm ortalamasına göre adamın ortalamasını böl. belli bir katsayısı olsun. atıyorum, herkesin 3.50 ortalama yaptığı bir yerde 3.70 yapan adamla, herkesin 2.50 ortalama yaptığı bir yerde 3.70 yapan adamın arasında fark olsun.

bitti gitti. küçük ama her şeyin hakkını verecek olan düzeltmeler yapmak bu kadar zor olmamalı.

Prag - Karamsar Şehir Portresi



eski zamanlardaki o meşhur kasveti yerine artık sadece mimarisi ile birlikte ağırlığı olan şehir. kafka gibi bir adama ilham veren o kasveti haliyle seneler geçtikçe, insanlar değiştikçe yavaş yavaş dağılmış, şimdi daha çok tarihin içinde, hem keyif veren hem de istersen eğlendiren bir şehir görünümüne bürünmüş.

genel olarak sanırım çoğu gidenin vaktini geçireceği yer prague 1 bölgesi. yani bütün tatilinizi orada geçirebilirsiniz, zira o bölge zaten bütün turizmin tavan yaptığı bölge. barlar, publar, gece kulüpleri, charles bridge, powder tower, prague castle falan derken bütün gezilecek yerler elinizin altında oluyor. aynı zamanda konaklamak için de gayet ucuz yerler bulabiliyorsunuz. burası bile o kadar çok genişken, bütün prag bölgelerini gezmeye kalksanız sanırım hayli zamanınızı alır.

şehirde eğlence açısından her imkan var. bir kere şehrin kendisi eğleniyor. sokaklarda her köşe başında jazz yapılan, ve güzel jazz yapılan bir şehir burası. jazz'ın başkenti gibi bir şey. o nedenle sokaklarında bile müziğin hakim olduğu bir şehirde, elbette biramı yudumlarken keyifli müzik dinlerim demenizin imkanı çok ama çok fazla. bira demişken, biranın sudan ucuz olduğunu da belirtelim. sudan ucuz derken, deyim olarak kullanmıyorum, gerçekten sudan ucuz. su çok pahalı lan!

diğer taraftan ben daha zıpır eğlenceleri seviyorum derseniz, gece kulüpleri, 5 katlı diskolar ki her katında ayrı müzik türü ile karşılanıyorsunuz ancak yaş ortalaması 16 falan, striptiz kulüpleri de gayet kolay ulaşılabilinecek yerler olarak sizleri bekliyor diyebilirim. ha tabii bunlar için para para para..

diğer taraftan tarihi, turistik, müzelik gezi yaparım ben diyorsanız, zaten istemediğiniz kadar çok tarihi yer var. şehrin kendisi bir tarih barındırdığı için zaten bu konuda sıkıntı yaşayabileceğinizi düşünmeyin bile. ancak genel olarak hiçbir tarihi yerde, herhangi bir ingilizce anlatımdır, yazıdır bulmanız imknasız. bu nedenle gideceğiniz yerlere gitmeden önce benden tavsiye oraların ne olduğunu falan kendiniz araştırın, gerekirse döküman ile gidin.

prag elbet çok güzel bir şehir ancak gece olunca bambaşka güzel oluyor. sanırım bir şehrin ışıklandırılması ancak bu kadar güzel, bu kadar kusursuz olabilir. o mükemmel mimarinin, o her köşe başında her binanın saçaklarından tavanlarına kadar olan heykellerin müthiş ışıklandırmaları sayesinde yürümekten, yürürken şehir izlemekten bile keyif alıyorsunuz. şehrin meydanında, elinizde biranızla yere oturup bira içme keyfi bile yeter bir akşamınızın keyifli geçebilmesi için.

bu arada, hayatımda gördüğüm en güzel müzeyi barındırıyor prag. franz kafka müzesi. müzenin dizaynı, katlar arasındaki geçiş, sinevizyon gösterimleri, dökümanlar, içerisinin o atmosferi gerçekten harika. zaten benim gibi bir kafka hayranı için nirvana noktasıydı prag, bir de orada o müzeyi gezip, iliklere kadar hissetmek apayrı oldu gerçekten de.

18 Aralık 2011

Agnostisizm


saygı ve sevgi evet ama açık konuşmak gerekirse, ateizm, deizm, ve hatta teistliğin yanında bile saçma sapan kalan olgudur.

bir teistin yaklaşımı bellidir. kesin ve net olarak bir yaratıcıya, bu yaratıcının kitaplar ve peygamberler gönderip belli ritüeller eşliğinde kendisine ibadet edilmesi istendiğine inanır. tanrı inancını, olup olmadığını hiçbir şekilde sorgulamaz bile. ancak tanrının varlığını kendince farklı farklı kaynaklarla ortaya koymaya, bir şekilde ispat etmeye çalışır.

bir deistin de yaklaşımı bellidir. teist birinin inandığı tanrı kavramından çok daha farklı bir tanrı kavramını benimser. ne kitaplara ne dinlere ne de peygamberlere inanır. ortadan kaldırılan bu kavramlar neticesinde, evrenin yaratılışını ve mantığının yetmediği noktalarını bir şekilde tanrı kavramına bağlamayı tercih eder. ateistlerin romantik versiyonudur bana kalırsa.

aynı şekilde ateist yaklaşım da bellidir. aynı deistler gibi dini, peygamberleri ve kitapları reddeder. ancak bunları reddettiği noktada, ve henüz karanlıktan aydınlığa çıkarılamamış noktalarda bir yaratıcı kavramına sığınmaz. bilimin henüz aydınlatmadığı gerçekler olarak kabul eder bu olguları. tanrı varlığının olmadığını ortaya koyacak ispatlar bulur. tanrı varlığını ortaya koyduğunu sanan teistlerin ispatlarını çürütür.

gelelim agnostik yaklaşıma. yani bilinemezcilik.

tanrı yoktur veya vardır demez agnostik yaklaşım. tanrı'nın varlığı veya yokluğu tartışılamaz der. ortaya hiçbir zaman tartışmak için yeterli kanıt konulamaycağını söyler. işte bu noktada, bu kadar farklı görüş açısından bana kalırsa en yanar dönerli ve tutarsız olan bilinemezciliktir.

zira tanrının varlığı tartışılabilir. bir teist, bir ateist ve kendi inandığı tanrı yönünde bir deist ortaya kendi bulgularını koyabilir. bunlar çürütülebilir. konuşulabilir ve hatta ispatlar üzerinden sonuçlara varılabilir. işte bu noktada, tartışılamaz ve bilinemez demek, tamamen kolaya kaçmaktır.

ayrıca bilinen bir gerçek vardır ki agnostik yaklaşımın yakın olduğu taraf teizmdir, ateizm değil. nasıl ki deizm için yakın olduğu taraf ateizmdir diyebilirsek. ancak unutmamak gerekir ki dördü de birbirinden çok ama çok farklıdır.

16 Kasım 2011

ahmet taner kışlalı: kürt milliyetçiliği


türk milliyetçiliği adı altında yer yer uluyarak yer yer faşistlik yapan bin ton gerizekalının tam zıttı ama aynı bokun laciverti olan versiyonunun sahiplendiği milliyetçiliktir.

yolu her zaman faşistlikten geçer, şiddetten geçer, ayrılıkçı olmaktan geçer. yapıcı, eğitici, elle tutulur, insan yaşamına son veren değil, hayatları yeşerten ve fayda dokunan en ufak bir tarafı yoktur. ezilmişlikten bahseder, ezilmiş halkı temsil ettiğinden bahseder, kendi halkını herkesten daha fazla ezer. faşistliğin olduğu hiçbir yerde özgürlüğün olamadığı gerçeğinden nasibini almıştır haliyle.

oysa ne güzel demiş ahmet taner kışlalı, bu gözü dönmüş, kana susayan kürt milliyetçilerine;

"yüce türk milleti önünde...
bir ay kadar önceydi. genç bir polis yolumu kesti:
- ben kürdüm. ama kürt olduğum için hiçbir yerde farklı muamele görmedim. yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. lütfen daha yüksek sesle söyleyin ki; bu bir kürt sorunu değil, güneydoğu sorunudur... türkiye'deki kürtlerin büyük çoğunluğunun benim gibi düşündüğüne eminim. bizi ne hep temsil ediyor, ne de pkk!...
'siyasal düşünceler' dersinde güneydoğu sorununu tartışıyorduk. tartışmalara hemen hiçbir zaman katılmayan bir kız öğrencim parmağın kaldırdı:
- ben kürdüm. ama olaya bir "kürt sorunu" olarak yaklaşılmasından rahatsız oluyorum.
sorunu böyle sunmak, en azından benim gibi milyonlarca kürde büyük haksızlık. sadece şiddete değil, o şiddeti haklı göstermek için kullanılan gerekçelerin çoğuna da katılmıyorum. genç polisi; beni hararetle kutlamaya iten yazımdaki ana düşünce açıktı: nasıl ki dev sol türkiye'deki sol hareketi temsil edemez ise, pkk da milyonlarca kürt kökenli yurttaş adına konuşamazdı! pkk'yı türkiye kürtlerinin sözcüsü saymak, o kitlenin büyük çoğunluğuna, belki de en büyük kötülüğü yapmak demekti.
***
anayasadaki 'yüce türk milleti önünde ant içerim ki ...' diye başlayan milletvekili andı üzerinde tartışmalar oluyor. hükümet ortakları bile, 'oradaki türk sözcüğünü kaldıralım mı, kaldırmayalım mı' kavgası içindeler. kafatasçılığın sonu yok. onu değiştirip 'yüce millet önünde...' deseniz, bu kez de sıraya, 'türk'üm, doğruyum, çalışkanım...' da değişmeli tartışması gelecek.

kimdir türk?
kırgızistan'daki, özbekistan'daki, tataristan'daki ya da burnumuzun dibinde azerbaycan'daki insan mı?
amerika'da türk ana-babadan doğmuş, iki cümle türkçe bilmeyen çocuk mu?
turgut reis'in tunus'ta yaşayan uzak torunu abdülbekir dargut mu?
cezayir dışişleri'ndeki demirci soyadlı genel müdür mü?
çepni, kınık, bayındır, afşar, alaçeri, çoğandur, alpagut ve cihangirli gibi 'kürtçe' konuşan türkmen boyları mı? eğer ölçüt konuşulan dil ise, talabani aşiretinin 'türkçe' konuşan bir kolunu nereye koyacağız?
oğuz han'ın 24 torunundan birisinin adı kürt. şimdi bu 'kürt', türk mü yoksa kürt mü? ('türk' ve 'kürt' sözcüklerinin çarpıcı benzerliği bir rastlantı mı?)
alman profesör de groot, orhun anıtları'nda kullanılıp bugün anadolu türkçesi'nde kullanılmayan, ama kürtçe'de kullanılan tam 532 sözcük saptamış. kürtçe tv ve eğitim isteyenler, bu 'casus" ya da 'hain' 532 sözcüğü ne yapmayı düşünüyorlar?
yenisey anıtları'nda, uygur hakanının "ey kürt beyleri" diye bir seslenişi var. türk ile kürdü duyarlı terazinin iki kefesine paylaştırmak merakındakilerin başına alın bir bela daha!...
***
evet, kimdir türk?
türk olmanın ölçütü nedir?
11. yy. ile 13. yy. arasında anadolu'ya gelen türklerin sayısı 800 bin ile 1 milyon 300 bin arasında. ama o sırada anadolu'da yaşayan insanlar bunun tam on katı. türkler o insanlarla yalnız kan olarak değil, kültür olarak da karışmışlar. 'türk ulusu' dediğimiz şey de, ırkın değil, o ortak kültürün biraraya getirdiği toplumun adıdır. ege tıp fakültesi'nin altı yıl sürdürdüğü araştırmanın, 'anadolu türk tipi' diye birşeyin olmadığı sonucunu vermesinin hayret edecek ne yanı var?
kırgız da, kazak da, azeri de 'soydaş' tır, ama bu ulusun bir parçası değildir.
tıpkı cezayirli ile 'iraklı'nın soydaş olmalarına karşın, aynı ulustan olmamaları gibi...
tıpkı tuareg ve berberi'lerin de, arap olmalarına karşın, magrip uluslarının bir parçası olmaları gibi...
insanları ne olduklarından çok, kendilerini ne hissettikleri önemlidir.
özbek mi daha 'biz'dendir, yoksa güneydoğu'nun türkçe bile bilmeyen köylü kadını mı?
istanbullu bir ermeni'ye, anadolu insanı mı daha yakındır, ermenistan'daki soydaşı mı?
tekirdağlı yahudi, amerika'da türk ana-babadan doğan çocuktan daha 'türk' değil midir?
buyurun! 'kürt milliyetçileri'ne yanıtlamaları için bir dizi soru..."

`ahmet taner kışlalı` - `cumhuriyet`, 18 ekim 1992

güzel insan.. ne de güzel anlatmış, anlamasını bilene..

ahmet taner kışlalı'dan kürtçe sorununa bakış


ahmet taner kışlalı'nın 92 yılında yazdığı yazıya bir göz atmakta fayda var.

"toplumu dile göre bölmeli mi?
aynı devlet içinde yaşasalar bile, türk kimliği ile kürt kimliğini 'mutlaka' ayırmak isteyen 'kürt milliyetçileri'nin elinde kala kala tek bir ölçüt kaldı: dil farkı!
türkiye'de 70'i aşkın kökenden insan 'kan' olarak karışmış. 'coğrafya' olarak karışmış. toplumsal 'konum' olarak karışmış.
bütünleşmiş.
şimdi öne sürülüyor ki, kürt kökenlilerin hiç değilse bir bölümü 'dil olarak' toplumun diğer kesimleri ile bütünleşmemişler.
konu mademki açıldı, tartışmayı sonuna kadar götürmekte yarar var.
dil olarak türkçe ile bütünleşemeyenler, acaba kendi içlerinde 'ortak bir dil'de bütünleşebilmişler mi?
gerçekten de dil farkına dayalı ayrı bir toplum kesimi oluşturuyorlar mı? gerçekten de ayrı bir 'kültürel kimlik' içinde mi yer alıyorlar?
kendilerini 'kürt' olarak tanımlayanlar, acaba aynı dili mi konuşuyorlar? aynı değerleri mi paylaşıyorlar?
birbirlerine, diğer yurttaşlara olduklarından daha mı yakınlar?
önümde, strasbourg üniversitesi öğretim görevlilerinden goichi kojima'nın hazırladığı bir tez var. japon dilbilimci, gelip türkiye'de çok uzun incelemeler yapmış.
türkiye'de 'kürtçe' konuştukları varsayılanlar önce ikiye ayrılıyorlar: kırmançi ve zazaca konuşanlar. bu iki grupta olanlar birbirlerini anlamıyorlar.
kırmançi ile zazaca arasında, bazı ortak sözcüklere karşın, 'hiçbir anlaşılabilirlik yok'. buna karşılık, zamanla türkçe ile zazaca arasında ortak yanlar oluşmuş.
japon dilbilimciye göre; krımançi'yi de kendi içinde 5-6 ayrı dile bölmek gerekiyor. bunlar arasında sözcükler çok farklı olduğu gibi fiil çekimleri de çok farklı. adıyaman, diyarbakır, hakkari, sivas, erzurum, cihanbeyli ve haymana'da konuşulan kırmançi'leri ayrı diller saymak gerekiyor.
hatta bu ayrım çoğu kez yeterli değil. bazı durumlarda, iki komşu köy bile farklı dil konuşuyor. üstelik konuşulan kırmançi ile yazılan kırmançi arasında da büyük farklar var.
peki zazaca için durum farklı mı?
araştırmacının buna da yanıtı 'hayır!'
paris kürdoloji enstitüsü'nce yayımlanan 'hêvi' dergisinde kullanılan zazaca'yı, araştırma yaptığı köylerde oturanların 'kesinlikle' anlamayacaklarını söylüyor.
***
goichi kojima'nın, bir dilbilimci olarak çok açıklıkla yanıtladığı bazı sorular ise bizim için daha da önemli:
- kırmançi eğitim dili olarak kullanılabilr mi?
- hayır!
- peki okullarda kırmançi öğretilebilir mi?
- krımançi diyalektleri arasında çok büyük farklar vardır. şayet bunlardan birine ayrıcalık tanınırsa, diğer diyalektleri konuşanlar cezalandırılmış olur. böyle bir durumun doğduğunu varsayarsak, çocuklara okulda önce türkçeyi, sonra kendi şivesiyle ilgili olmayan başka bir kırmançi şivesini öğretmek gerekecektir.
- zazaca bir eğitim dili olarak kullanılabilir mi?
- hayır!... sözcük sayısının yetersizliği, zazacanın birçok biçiminin olması ve yazılı biçiminin ise hiç bilinmemesi nedeniyle bu olanaksız.
***
bilmeyenlere de türkçe öğretmek ve herkese eşit eğitim olanakları sağlamaya çalışmak mı daha ilerici ve çağdaş, yoksa kürt kökenliler arasındaki benzerlikleri arttırıp bu toplumdan koparmak için olağanüstü bir çaba göstermek mi?
hangisi kürt kökenli yurttaşların daha yararınadır?
yugoslavya, toprakları üzerinde yaşayan insanlar arasındaki ortak noktaları çoğaltmak yerine, ayrılıkları, farklılıkları kurumlaştırdığı için, farklı olmayı özendirdiği için, bugün 'komşu kanı - kardeş kanı' içinde boğuluyor.
herkes amacına göre davranmalı.
amaç, gerçekten de herkesin özgürce ve barış içinde 'yan yana' yaşayabileceği bir toplum mu yaratmak?
yoksa şu anda var olmayan 'bir kültürel birlik' oluşturarak, toplumla bütünleşmeyi engellemek ve geleceğin bölünmesini mi hazırlamak?
ne kendimizi ne de başkalarını kandırmayalım!..."

`ahmet taner kışlalı` - `cumhuriyet`, 1 kasım 1992

kısacası sorun dilde değil, beyinde ve niyettedir.

15 Kasım 2011

ırkçılık


insan olmayı unutturan kavram:

"your car is german. your vodka is russian. your pizza is ıtalian. your kebab is turkish. your democracy is greek. your coffee is brazilian. your movies are american. your tea is tamil. your shirt is ındian. your oil is saudi arabian. your electronics are chinese. your numbers are arabic and your letters are latin. and you complain that your neighbour is an immigrant? pull yourself together!"

tercümesi:

"araban alman. votkan rus. pizzan italyan. kebabın türk. demokrasin yunan. kahven brezilyalı. filmlerin amerikan. çayın tamil. tişörtün hindistanlı. petrolün suudi arabistanlı. eleketroniklerin çinli. rakamların arap ve harflerin latin. ve sen kapı komşunun göçmen olmasından şikayet mi ediyorsun? el birliği ile çalış!"

başka söze gerek yok sayın yargıç..

23 senelik bir efsane: Homer Simpson


televizyon tarihinin sanırım gelmiş geçmiş en ilginç karaktere sahip karakteridir.

bazen, operator! give me the number for 911! (operatör! bana 911'in numarasını ver!) diyecek kadar şapşal..

bazen, just because i don't care doesn't mean i don't understand. (umursamıyor olmam, anlamadığım anlamına gelmez.) diyecek kadar filozof..

bazen, i'm normally not a praying man, but if you're up there, please save me superman. ( normalde dua eden bir adam değilim, ama eğer yukarıdaysan, lütfen kurtar beni superman.) diyecek kadar ironik..

bazen, donuts. is there anything they can't do? (donutlar. yapamayacakları herhangi bir şey var mı?) diyecek kadar midesine düşkün..

bazen, bir uzaylı ile karşılaştığında, please don't eat me! i have a wife and kids. eat them! (lütfen beni yeme! karım ve çocuklarım var. onları ye!) diyecek kadar bencil..

bazen, kids, you tried your best and you failed miserably. the lesson is, never try.  (çocuklar, elinizden gelenin en iyisini yaptınız ama feci çuvalladınız. buradan çıkaracağınız ders, asla denemeyin.) diyecek kadar hayatı öğreten..

bazen de, beer: the cause of, and solution to, all of life's problems. (bira: hayatın bütün sorunlarının sebebi ve çözümü.) diyecek kadar hayatın sırrını çözmüş bir adamdır.

izlemek inanılmaz keyif verir.

not: evet üşenmedim hepsini çevirdim. aferin bana.

12 Kasım 2011

Neofaşizm


birincisi türkiye'de şu an sözünü edebileceğimiz baskıcı rejim sadece faşizm olarak adlandırılmamalı, aynı zamanda içine tutam tutam neo-faşizm baharatının da eklendiğine dikkat edilmelidir. zira faşizm olgularının ötesinde eklenen neo-faşizm özellikleri de gözlenmektedir ancak tek başına neo-faşist bir düzen içerisindeyiz demek de yanlış olacaktır. zira neo-faşizmin de uygulanmayan doktrinleri vardır türkiye'de. bu doktirnlerin uygulanması sadece hükümet partileriyle alakalı değildir, aynı zamanda halkın kanına işlemiş özelliklerden, geçmiş hükümetlerden de gelmektedir.

öncelikle, faşizm ve neofaşizmin ortak özelliklerinden türkiye'de hiç de yabancı olmadığımız doktrinlerden bahsedelim. eğer ne olduklarından bahseder, örneklerini ortaya koyabilirsek, neden ülkenin bu yönetim şekli altında olduğu iddia ettiğimizi de açıklamış oluruz.

- tek parti sistemi : bir ülkede muhalefet istenmiyorsa, bir ülkede muhalif sesler bastırılmaya çalışılıyorsa, bir parti kendini tek güç olarak görüyorsa, daha önceden tekrardan tek partili sisteme dönmeye çalışan adnan menderes ve partisini örnek alıyorsa, bu demektir ki tek partili sistem koşulunu o ülke sağlamak için elinden geleni yapıyor.

- diktatörlük : şu an demokrasi ve cumhuriyet terimlerini içeren ülkede diktatör göremezsiniz belki ancak, ben başbakansam dediğim olacak, son padişah yakıştırmaları, hatta peygambere varan sıfatlar ortaya bazı gerçekleri koymakta. sorgusuz sualsiz liderin dediklerini takip eden bir yönetim sistemi diktatör sisteminden herhangi bir farklılık içermez. eller kalksın dendiğini elleri kaldıran vekiller oldukça, neyi oyladıklarını alkışladıklarını bile bilmeyen vekiller oldukça, bu doktrinin de yerine getirildiğini görmekteyiz.

- sosyal darwinizm : üstün ırkın meşhur kılıfı. darwin'in hayvanlar üzerinden başlattığı çalışmaya farklı bir bakış açısı. ne yazık ki, özellikle hitler zamanında bütün dünya bunu bütün çıplaklığı ve korkunçluğu ile gördü. görmek zorunda kaldı. ancak ırk olarak üstün olma fikri ne yazık ki bu topraklarda da mevcut bulunmaktadır. bu memleketi sevmek ile alakalı değildir. bundan daha sapkın bir düşünce şeklidir.

- endoktrinasyon : basit bir türkçeleştirme yaparsak, zorla kabul ettirme denilebilir. şu an türkiye'nin en büyük problemi. gerek cemaat okulları, gerek akp ile değişen müfredatlara giren abuk sabuk bilgiler ile, yetişme çağında olan çoğu gencin kafasına sokulan gereksiz ve kısıtlayıcı bilgi çöplüklerinden geçilmiyor. dinsel kabul ettirmeler (müslüman olarak doğmak), askeri kabul ettirmeler (her türk asker doğar) bunlara sadece birer örnek. temel örnekler. detaylarına inildiği takdirde milyonlarca beyin yıkama amaçlı bilgiye rastlamak mümkündür.

- propoganda : akp'nin en başarılı şekilde uygulamaya koyduğu doktrinlerden birisidir. ellerinin altındaki medya kuruşları ile, gazeteler ve televizyonlar ile istediklerini yaymak konusunda oldukça başarılılar. istedikleri kişiler hakkında, istedikleri belgeleri basına sızdırıp ortaya çıkarmak konusunda da. bir de destekçileri olan liberal -liboş- kesim varken bu konuda sırtları yere gelmeyecektir uzun süre. zaman, vakit gibi ekstra motivasyonlu gazeteleri saymıyorum bile.

- militarizm : türkiye'de oldukça yüksek seviyededir. ancak işin içinde türkiye olduğu zaman işler biraz daha farklı olmakta. çünkü türkiye'de ordunun sağcı kesimle olan gizli bir mücadelesine tanık oluyoruz baktığımız zaman. sağcı kesim genel anlamda orduyu severler aslında. türk-islam sentezi dediğiniz olguda, kişiler orduyu da severler aynı zamanda sağ görüşlerini de benimserler. akp seçmeninin ordu sevmiyor oluşu, ordudaki din seviyesinin istedikleri seviyede olmamasındandır sadece. yani secdeye eğilen subay sayısı ne kadar artarsa, akp ve seçmen kitlesi o kadar ordu sevdalısı olur.

- kahramanlıklar : tarihe yönelik kahramanlık öyküleri. sanırım bizim ülkemizden daha başarılısı yoktur bu konuda. bu doktrinin özel olarak bir akp bağlantısı olduğunu da düşünmüyorum ayrıca.

- ekonomik müdahalecilik : hükümet tarafından yürütülen ekonomi kesinlikle tam olarak ekonomik müdahalecilik kavramına uygundur. zira istikrarlı ekonomi için akp sloganları ile aba altından sopa gösterilmesi bir yana, net bir şekilde, kesinlikle kapanmayan cari açık ile, satılan fabrikalar, limanlar ile beraber diyebiliriz ki, ekonomi tamamen akp tekelindedir bu ülkede. akp başta olduğu an, ekonomi iyi gidecek havası, akp gittiği an ekonomi bozulacak havası halkın iliklerine işletilmeye çalışılmaktadır. bunda da gayet başarılı olmuşlardır. bu konuda detaylı bir araştırma yapmak isteyenler market ekonomisi konusuna yönelebilirler bana kalırsa.

- anti-kominizm : ve işte olmazsa olmaz doktrin. türkiye'nin yıllarca amerika tarafından anti-kominizm kalesi olarak kullanılması bir yana, asılan deniz gezmiş'leri yaşadı bu ülke. idealleri uğruna, amerikan düzeni karşısında durmaya çalışanlar, darbeci ellerle asıldılar. o zaman darbecilerin kucağında olan şakşakçı kesim ise şimdi ülke yönetmek peşinde olanlar. düzendeki herhangi bir noktaya karşı gelen bir genç gördüğünde bu ülkenin %80'lik bir kısmının diyeceği ilk şey, pis kominist veya pis anaşist olacaktır. zira kavramlarla bu kadar haşır neşir olup, kullandığı kavramları bu kadar bilmeyen başka bir toplum zor bulursunuz.

- milliyetçilik : biz ülke olarak yurtta sulh cihanda sulh demiş, çok ama çok büyük bir adamın kurduğu bir ülkeye sahip olduğumuzdan, ve bizler bu ideolojiler ile yetişmiş bir nesil olduğumuzdan, milliyetçilik olgusu bize oldukça masumene gelse de, milliyetçilik dediğimiz şey, faşizm ve neo-faşizm'in bir numaralı doktrinidir. türkiye'de bundan bolu da yoktur sanırım. sağcısı solcusu, hatta anarşisti bile milliyetçidir bu ülkede. ancak bu bana kalırsa tamamen atatürk gibi bir adamın mirasıdır. milliyetçilik gibi kutuplaştırıcı ve yıkıcı olabilecek bir kavramı, tamamen saf ülke sevgisine dönüştürebilmek de sadece böyle büyük bir liderin yapabileceği bir işti zaten.

- otoritarizm : otoriter rejimin hakim olması. ergenekon'undan tutun da, balyozuna, bu ülkede akp'ye muhalif olan her gazeteci, içeri alınıyor. alındı. senelerce içeride haklarında doğru dürüst suçlama olmadan tutuluyorlar. daktilo bile verilmek çok görülüyor. davaları uzatıldıkça uzatılıyor. parasız eğitim istiyoruz diyen gençler senelerce cezaevlerinde çürütülüyor. savcının serbest kalsın dediği gençler, biraz daha incelensin diyerek terör örgütü üyesi olabilir diyerek 1 sene 4 ay içeride tutuluyor. otoriter rejim bu olsa gerek.

şimdi buraya kadar hem faşizm hem de neo-faşizmin ortak yönlerini irdelemiş olduk. ancak türkiye şartlarında neo-faşizmden gelmekte olan ek bir doktrin daha mevcut. özellikle akp bunun kaymağını iyi bir şekilde yemekte:

- aşırı dincilik : aşırı dincilik denilince hemen abartı bir şey düşünmek yersiz.tutuculuk da diyebiliriz pekala. orijinali religious extremism olduğundan dolayı çevirisi bu şekilde. ancak din dediğimiz zaman, toplumumuzun nasıl koyunlaştığını, yeşil sermayelere, deniz fenerlerine nasıl paraları dağıttığını hepimiz biliyoruz elbette. akp'nin din ile birlikte yürüttüğü sağcı politikanın ağırlığı da pekala din üzerine. halkın dini duygularını sömürmeyi çok iyi bilmekteler. din toplumların afyonudur ya da değildir, bu tartışmaya şu an girmeyeceğim ancak türk toplumu için afyon niteliği çok yerde görüyor. çoğu şeyin üzeri bu şekilde örtülmekte.

tüm bunların ışığında, çıkıp diyebilir miyiz ki türkiye'de faşist veya neo-faşist bire düzen yoktur? faşizmin ya da neo-faşizmin sahip olduğu doktrinler içerisinde desteklemediğimiz, bünyemizde bulunmayan tek bir doktrin bile yok. bütün maddeler geçer not alıyor ne mutlu ki!

kısacası, türkiye faşist ya da neo-faşist bir düzen altında diyenlere ne alakası var canım cümlesi kurmadan önce, iki okuyun. cahilliğinizle cevap verip saçmalamaya devam etmeyin. şimdi şakşakçısı olduğunuz bu düzen, işine gelmediğinde size de sırtını dönecektir hiç kuşkunuz olmasın.

evlatlığın karısı ile evlenmek


zamanın şartlarıyla ya da bugünün şartlarıyla değerlendirilmeli şeklinde yaklaşılmaması gereken olaydır. şeriat isteklisi, kuran-ı kerim ile yönetilmeye hevesli islamcı faşistlere eğer kuran-ı kerim'in dayattığı koşullar o zamana ait bunlarla insanlar yönetilir mi hiç derseniz, direkt bıyıkları terlemeye başlayacak ve size küfürler savuracaktırlar. zira onlara göre kuran'ın koyduğu kurallar aynen bugün de uygulanmalıdır.

ancak iş muhammed'in evlatlığı ile ilgili konuya gelince iş birden değişir. o zaman islam faşistleri birden konuyu o zamana göre değerlendirmek gerek diye ortalıklara fırlarlar. işte klasik dinci ikiyüzlülüğü. neyse dincilere sallamaktan öte mevzular var şu an. onları başka konular altında zaten istediğiniz gibi gözlemleyebilirsiniz.

şimdi başta da dedik. eğer bir peygamberden bahsediyorsak eğer, kalkıp da dönemin koşullarından bahsetmemiz bir garip olur. evrenin ve kainatın yaratıcısı tarafından yol gösterilen bir kişi, dönem koşullarına göre etik sayılabilecek -zorladık- ancak ilerleyen zamanlara göre şüphe uyandıracak bir eylemde bulunmaz. zira yol göstericisi zamana bağlı değildir, zamanı da yarattığına inanılan tanrı'dır. bu nedenle zeyd'in karısıyla evlenmesinin, dönemine uygun olması ama şimdi garip gelmesi gibi bir açıklama olamaz. böyle komik savunmalar yapmayın hiç, iyice saçmalıyorsunuz.

muhammed'in evlatlığı olan zeyd'in karısıyla evlenmesi olayını zaten çoğu müslüman bilmez. ben ne zaman öğrendim ki diye düşününce, genelde gizli kaldığı bir gerçek. daha doğrusu gizli kalmaktan ziyade aynı `hüseyin üzmez` başlıklarında olduğu gibi dinci zatlar bu konuya pek yaklaşmazlar. genelde sessiz kalmayı seçseler de, dayanamayıp yorumda bulunanların savunduğu tek şey ise alan razı satan razı iğrençliğidir. adam peygamber size ne oluyor tarzı sığ, basit ancak kendilerinden beklenen argümanlarla saldırıya geçerler. hatta bir de laflarının sonuna "kafir ibneler sizi" eklerlerse tadından yenmez. bu yaklaşımda olanlarındakilerin bilgi dağarcıkları ve hatta tartışma düzeyleri hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

burada muhammed'in evlatlığının karısıyla evlenmesinin ilginçliği var tamam ancak asıl ilginç olan bu olayın ısrarlı bir şekilde kuran'daki ayetler sayesinde arındırılmaya çalışılması. ayrıca yine aynı `ahzab suresi`nde sürekli peygamber'in eşlerine mesaj verilmesi, bir de üzerine bu olayla ilgili sürekli ayetlerin indirilmesi hiç garip gelmiyorsa, cidden sizin sorgulama anlayışınıza hayran kalmak lazım.

kuran-ı kerim, insanlara yol göstermek için, nesiller boyu devam edecek insanlığa rehber olması için gönderilmiştir. buraya kadar herkes hemfikir herhalde. ancak bu kitap nasıl oluyorsa, son peygamber olduğu bilinen bir peygamber'in eşi olacaklar için ısrarla ayetler indiriyor. onlara mesajlar gönderiyor. hatta ve hatta peygamber evlatlığının karısıyla evlenmesiyle ilgili oraya çıkacak dedikodulara engel oluyor ve dedikodu yapan varsa bunların cezalandırılacağını söylüyor. neden? insanlara yol göstermesi gereken bir kitabın neden bu şekilde bir olaya kilitlendiğini benim bu `sipsi` kafam anlamıyor kusura bakmayın. eğer mantıklı bir açıklaması varsa seve seve adam gibi anlatanlardan dinlerim.

şimdi bu ana kadar anlattıklarım pek tabii hikaye gibi kalıyor. o nedenle bunları ispatlı şekilde yazmak gerekli. olayı biraz daha açmak gerekli. öncelikle başından bilindiği üzere dinci kesim tarafından anlatılan şekliyle anlatırsak, zeyd'e eşini muhammed evlatlığı için istiyor, zeyd eşiyle evleniyor, sonra bunlar boşanıyorlar, ziyadesiyle `boş ol boş ol boş ol` demiştir diye tahmin ediyorum, ardından da bu zeyd'in hanımının istekliliği üzerine muhammed başta pek yanaşmasa bile allah'ın emriyle evleniyor. lan?! evet son cümleye kadar anlatılanlar garip olsa da bu şekilde gelişiyor hadise. daha sonra bunların ayet ile tescillendiğini de göreceğiz zaten.

28. ey peygamber, eşlerine söyle: "eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim."
30. ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak artırılır. bu da allah'a göre pek kolaydır.
32.ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. sözü maruf bir tarzda söyleyin.

yukarıdakiler peygamber eşlerine gönderilenler. biraz önce bahsettiklerimin kanıtları. zaten bunları kuran'ı hatim etmiş dincilerde biliyordur pekala. yoksa okumamış olacak halleri yok ya?

37. hani sen, allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "eşini yanında tut ve allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa allah, kendisi'nden çekinmene çok daha layıktı. artık zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. allah'ın emri yerine getirilmiştir

işte burada da, işin ilginç kısmı başlamakta. neden ve nasıl sorularını bana sorduran bunlar. resmi aklama yazısı gibi bir yazı. nedeni konusunda yine fikri olan varsa buyursun gelsin. şimdi daha da yazmıyorum. ziyadesiyle bunlar yeter kanımca. isteyen olursa eklerim bütün ahzab suresini. sorun değil. bunların ışığında asıl sorun, islamiyet'in bunlara izin verip vermediği değildir benim nezdimde.

zira islam'ın kuralı diye ortaya atılan sürüce madde ve güya sünnet ve farz olan şeylerin ne kadar çarpıtılmış olduklarını hepimiz biliyoruz. hayatın içinde de sık sık karşılaşıyoruz bu özgürlük savaşçılarıyla. o nedenle olayın islama uygun olup olmamasını geçiyorum ben. önemli falan değil. sapkın dinciler çıkıp ne var bunda da diyebilirler pekala. çarpıtacağınız kadar çarpıtmışsınız zaten bu dini.

asıl mesele, bir peygamber'in bu şekilde öngörüden uzak bir eylemi gerçekleştirmiş olmasıdır. zaman göre belki uygun sayılabilecek bir eylemi peygamber yaptığı zaman meşrulaştıramazsınız. zira o zaman peygamber kavramını silip atmış olursunuz. bu da inançlarınıza sığmaz değil mi kuzucuklarım? o nedenle bir peygamberin evlatlığının karısı ile evlenmesi başlı başına garipken, bir de üzerine allah tarafından bunun anormal olmadığını ispatlamak için inatla ayetlerin ve surelerin gönderilmesi nasıl bir mantıktır? bir de üzerine buna ek olarak peygamber'in evinde fazla kalmayın ve peygamber eşleri şunları yapın muhabbetlerini geçiyorum bile.

neyse sorgulamaktan uzak beyinler için çok uzun bir yazı oldu bu. zaten bu yazıyı sözlüğün yarısı okumaz ki lan bende neye çabalıyorsam. o nedenle usulca çekiliyorum köşeme. ya habibi falan canolar.